Sophie Calle, fotoğrafçı, yazar ve en önemlisi kavramsal sanatçıdır. Gündelik yaşama yaptığı voyeurist (dikizci) müdahaleler sonucunda sanatını gerçekleştiren bir kadındır.
Sophie Calle 09 Ekim 1953 tarihinde Paris’te doğar. Babası onkolog ve koleksiyoncu Robert Calle, annesi kitap eleştirmeni ve basın ataşesi Monique Findler’dir. 17 yaşında orta öğretimi bitirdikten sonra eğitimine devam etmek istemeyen Sophie Calle, 7 yıl boyunca Çin, Amerika, Meksika, Yunanistan, Lübnan olmak üzere dünyanın farklı ülkelerine seyahat eder. “Anne” ve “baba” yazan mezar taşlarının fotoğraflarını çeker. Hiçbir sanat okuluna gitmez, projelerini özel bir oyun olarak tarif eder. Başlangıçta sanat yapmayı da sanatçı olmayı da düşünmediğini ısrarla söyler. O kendisi ve başka insanların özel deneyimlerini, fotoğraf, video ve yazı ile kombine ederek çalışır.
Sophie Calle’ın Özel Oyunlar’ı, 1970’lerin sonunda Paris’e döndükten sonra, yabancılarla vakit geçirip, şehri onların gözünden yeniden tanıtma kararıyla başlar. Kaliforniya’da bulunduğu dönemde fotoğrafa merak sarar. Babasının koleksiyonerliğini yaptığı Amerikalı kadın fotoğrafçı Duane Michals’in çektiği fotoğraflardan çok, kişiliği, fotoğrafı kendi kendine öğrenmiş olması ve özgün işleri Sophie’ye ilham kaynağı olur.
Bir partide tanıştığı adamı kılık değiştirerek Paris’ten Viyana’ya kadar takip eder, fotoğraflarını çeker.
1979 yılında gerçekleştirdiği ilk önemli projesi The Sleepers’de, hiç tanımadığı insanları kendi yatağında 8 saat yatmaları için davet eder, onları gözlemler, not alarak ve fotoğraflayarak belgeler. Fotoğraflarla, metinlerin birleşimi ve yerleştirmelerden oluşan bu işini, 1980 yılında 11. Paris Bienali’nde sergiler. Toplumsal ahlak kurallarını zorlayan, riskli işleri de böylece başlamış olur.
1981 yılında Venedik’de bir otelde gerçek kimliğini gizleyerek oda temizlikçisi kılığında üç hafta çalışır. Boş odalarda müşterilerden kalan her türlü eşyalarının (valizler, kıyafetler, dolapların içleri, banyodaki kalemler, açıkta bırakılan mektuplar vs..) siyah beyaz fotoğraflarını çeker ve yayımlar.
Başka bir çalışmasında, kendisini takip etmesi için annesinden bir özel dedektif tutmasını ister. Kiralık katilini Paris’te gezdirir.
Paris’te sokakta bulduğu bir telefon adres defteriyle, yine herkesi şaşkına çeviren bir proje ortaya çıkartır. Defteri sahibine gönderir, bunda bir tuhaflık elbette yok, ancak tüm sayfalarının fotokopisini çekmiştir. Defterdeki kayıtlı kişileri arayarak defterin sahibini anlatmalarını ister. Birçoğu olumlu karşılar. Pierre D. adındaki kişi ile olan anılarını ve Sophie’nin merak ettiği soruları cevaplarlar. Bu hikayeler 1983 yılında Liberation gazetesinde gün gün yayımlanır. O dönemde orta yaşlarda bir senarist olan Pierre D. kendisi ile ilgili yayımlanan bu hikayeleri gördüğünde çok öfkelenir. Sophie’yi, dava açmakla tehdit eder. İfşa olan özel hayatına karşılık Sophie Calle’nın çıplak fotoğraflarını yayınlama teklifi için Liberation Gazetesi’ne gider ancak kendi kimliği ifşa olur. Sophie Calle ile hikayesinin o öldükten sonra yayımlanması üzerine anlaşırlar, davadan vazgeçer.
Pierre D. 2005 yılında hayatını kaybeder. The Address Book 2012 yılında piyasaya çıkar. Her hikâyenin bir fotoğrafı da vardır. Fotoğraflar; buluşulan kişinin kimliği belli olmadan gösterilen bir portresi, Pierre D. ile arasındaki hikâyeye dair bir nesne ya da o günkü buluşmaya verilen tepkidir.
Sophie Calle, ünlü yazar Paul Auster’ın Leviathan adlı kitabındaki Maria Turner karakterinin de esin kaynağı olur. Sophie’de, Maria Turner’i taklit ederek, Auster’in bu jestine karşılık verir. Orada yazdığı gibi alfabenin bazı harflerine göre yaşar, her gün farklı renk yiyeceklerle kahvaltı yapar: Pazartesi, Portakal rengi
Salı, Kırmızı
Çarşamba, Beyaz
Perşembe, Yeşil
Cuma, Sarı
Cumartesi, Pembe,
Pazar, Siyah
Paul Auster, kendisine başka fikirler de sunmasını isteyen Sophie Calle için “Gotham-Handbook’u (New York Kullanma Kılavuzu)” kaleme alır. New York Kullanma Kılavuzu projesini Calle şöyle tanımlar: Madem Auster onu konu edinmişti o da rolleri tersine çevirerek, O’nu eylemlerinin yazarı yapar. Paul Auster kendisine bazı ödevler verir, o da bunlara harfiyen uyar. Tanımadığı insanlara merhaba demek, telefon kulübesini evi gibi kullanmak, kendisi için lüzumlu gördüğü birkaç nesne ile yaşamak vs… İkili, 2002 yılında “Double-Game” kitabını yayımlarlar.
Bir başka Otobiyografiler serisinde Koca (Ayrılma) isimli çalışmasında, eşi Greg Shepherd ile ayrılığını anlatır:
“Onun hayali film çekmekti, benim hayalim, onunla Amerika’da yollara düşmek. Peşimden gelsin diye, Amerika’da yolculuk yaptığımız sırada ikimizin yaşantısı üzerine bir film çekmesini önerdim. (Double Blind 1992-94) Kabul edince, 3 Ocak 1992 tarihinde onun gümüş Cadillac’ıyla New York’ tan Kaliforniya’ya doğru yola çıktık. (Gezi sırasında Las Vegas’ta bir şapelde evlenirler.)
Dokuz ay sonra San Francisco’da filmimizin sonuna daha ‘son’ yazmamıştık ki ben araba koltuğum altında siyah bir naylon torba buldum, torbada tam tamına 24 adet mektup vardı, hepsi Greg’in elyazısıyla H. diye birine yazılmıştı, posta damgalarına bakılırsa 1992 yılında onun tarafından bu kişiye gönderilmişti. Bu mektuplar neden ona geri dönmüştü ve o, bunları neden saklamıştı bilemiyordum. Hepsini okudum, iki tanesini de yürüttüm. Bir tanesini “Ekim’de serbest olacağım” diye yazdığı için, ötekini de şu cümle için “…Sophie’yle birlikte sahip olduğumuz bu bebek, sana olan tutkum olmasaydı asla gerçekleşemezdi…” Greg’e en derin arzusunu gerçekleştirebilme fırsatını veren bendim, ama o başka bir kadına teşekkür ediyordu. Birkaç gün geçmişti ki Greg bu kez bana bir mektup verdi. “Sophie, hayatımın bir parçası olacağını aslında hep biliyordu. Seni seviyorum ve hayatımdaki en değerli şey haline geldiğini bilmeni istiyorum”. Şüpheye düştüğüm için, Greg’in mektubunu haklı çıkarmaya karar verdim: Ekim’de serbest kalacaktı.”
2007 Venedik Bienali’nde “Couldn’t Capture Death” videosunda 2006’da hayatını kaybeden annesinin son anlarını yayınlar. İzleyicileri acı, kayıp ve hatıralar üzerine kendi hesaplaşmaları ile baş başa bırakır.
51 yaşında sevgilisi tarafından “Kendine iyi bak.” cümlesi ile biten bir e-mail ile terkedilir. Ama o herhangi bir kadın değil, Sophie Calle’dir. Bu son cümle projenin adına dönüşür. Mektubu 100 ayrı kadına okutarak yorumlatır. Her bir katılımcının mektubu okuduğu anın fotoğrafını da çeker. Bir dişi papağan kendisine verilen mektubun kopyasını yer. Farklı mesleklerden kişiler (edebiyatçı, ressam, doktor, psikanalist, dilbilim uzmanı, avukat, kriminolog, dansçı, sosyolog, satranç oyuncusu, gazeteci, müzisyen vb…) kendi uzmanlık alanlarına göre yorumlarlar. Örneğin, bir redaktör mektuptaki dilbilgisi ve ifade bozuklukları üzerinde karalamalar yapar, bir diğeri metni bulmaca biçiminde tekrar düzenler. Bu projeyi intikam için mi yaptığını sorduklarında, biraz suçluluk hissettiğini ama proje için hissettiği heyecanın daha baskın çıktığını söyler. 2007 yılındaki Venedik Bienali’nde “Prenez soin de vous” (Kendine iyi bak) adıyla sergilenir.
Sophie Calle, 2011 yılında İstanbul’a da gelir. Sabancı Müzesi’nde bir sergi gerçekleştirir. Görme yetisini sonradan kaybeden kişilere hatırladıkları son görüntüyü sorar. Anlattıklarını yazar, kişilerin de fotoğraflarını çeker.
“Vuranı teşhis edemiyorum ki…”
“Gültepe’de iki kadın atlıyor taksime. Yolda, daha hızlı, daha hızlı, diye bağırıyorlar. Farlarımı yakıp söndürüyorum, kornaya basıyorum. Solumdaki madeni gri renkli Megane II’nin sürücüsü buna sinir oluyor. Küfürleşiyoruz. Arabalardan iniliyor. Kimliği meçhul adam yaklaşık 1.75 boyunda ve 100 kilodan fazla olmalı. Önce sol ayağını görüyorum. Sonra da bir tabanca tutan sol elini. Dönüyor. Acele etmeden, sakin ve kararlı bir tavırla bana doğru ilerliyor. O kadar yağlı ki yüz hatlarını gerçekten ayırt edemiyorum. Hiçbir ifade yok. Az önce dondurucudan çıkarılmış adeta. Gömleğinin üst dört düğmesi açık. Kot giymiş. On günlük bir sakalı ve kestane rengi saçları var. Göz göze geliyoruz. Gözleri kahverengi ya da siyah. O gözlerde ne nefret ne hınç, ne de sevinç görüyorum. Tek kelime etmiyoruz. Başımı kavrıyor, koluyla göğsüne sıkıştırıyor ve ateş etmesiyle birlikte sol gözümün altından giren mermi sağ gözümün üstünden çıkıyor. O zamandan beri karımın, çocuklarımın yüzlerini unuttum. Her şey silindi. Ama bir adamın sol elinde tabancasıyla arabadan çıkışını hâlâ açık seçik görüyorum. Bir gün bu görüntünün de diğerleri gibi kaybolması mümkün, fakat asla yerine bir şey geçmeyecek, sadece karartı kalacak. Bu arada, kalan yegâne son görüntü o.
Davamı kaybettim. Adam mafyoz bir tipmiş, arabamdaki kadın müşterileri tehdit etmiş. Tanıklık yapmak istemediler. Bana gelince, teşhis edemiyorum ki…”
Sophie Calle, İstanbul’daki sergisinin “Denizi Görmek” isimli ikinci bölümünde, İstanbul’da yaşayan ancak denizi hiç görmemiş insanların denizle ilk karşılaşmalarını görüntüler.
Görüntü yönetmeni Caroline Champetier tarafından çekilen ve denizle ilk defa buluşan insanların yakın plan görüntülerinin yer aldığı 10 videoda, bu tanışma anı Calle’in anlatısıyla sunulur. Aynı bölümdeki ayrı bir odada ise bir grup çocuğun denizi ilk gördükleri anda çekilen videosu gösterilir. Projede İç ve Doğu Anadolu’dan İstanbul’a göç etmiş, Esenler Belediyesi’nin yardımlarıyla seçilen kişiler yer alır.
Serginin üçüncü ve son bölümünde Calle’in 1986 yılındaki bir projesinden alınan iki cümle vardır. “Gördüğüm en güzel şey denizdir, öyle uzaklara uzanır ki görmez olursunuz.” ve “1986’da doğuştan kör insanlar tanıdım. Güzelliğe dair imgelerinin ne olduğunu sordum onlara. İlk yanıt veren, bana denizi anlatan adamdı.”
Dünyanın birçok yerinde sergiler açan Sophie Calle 2005 yılından itibaren, İsviçre’nin Saas-Fee’deki Avrupa Enstitüsü’nde film ve fotoğrafçılık profesörü olarak aynı zamanda, San Diego Üniversitesi, Görsel Sanatlar Bölümü’nde, Oakland, California’daki Mills College’da da dersler vermiştir.
Son işinde çocuğu gibi sevdiği fakat yaşlandığı için ölen kedisini doğurmaya karar verir, karnını doldurarak sahte hamile olarak dolaşır. Halen Paris’te yaşamakta ve çalışmalarına devam etmektedir.
Take Care of Yourself Video
Diğer fotoğraf ustalarının hayat hikayelerini buradan okuyabilirsiniz…