“Ben, fotoğraflarımda kendimi değil, kendiliğinden dile gelen duyguların cisimleşmis halini göstermeye çalışıyorum.”
Cindy Sherman, 19 Ocak 1954 yılında Amerika’da, New Jersey’in banliyösü olan Glen Ridge’de doğar. 5 çocuklu bir ailenin en küçüğüdür. Doğumundan hemen sonra taşındıkları Long Island’da büyür. Babası mühendis, annesi öğretmendir.
Sanatla ilgili olmayan bir ailede yetiştiği için üniversiteye kadar sanat hakkında bilgisi yoktur. Fakat çocukluğundan itibaren sanatla ilgili bir şeyler yapmak da içinde vardır. Anne ve babasının aldığı en iyi 100 resim kitabında Dali ve Picasso ile tanışır. Buffalo’daki New York Devlet Üniversitesi’nde resim eğitimi alır. Fakat bir süre sonra resim sanatının kendisini kısıtladığını düşünmeye başlar. Resim yoluyla söylenecek farklı bir şey olamayacağına, sadece kopyalanarak devam edebileceğine oysa elindeki küçük bir fotoğraf makinesi ile anı dondurarak, fikirlerini ifade edebileceğine inanır. Bunun üzerine lisansını fotoğraf bölümünde yapar.
Cindy Sherman tam da bu dönemde üniversitede Robert Longo ile tanışır. Bu bir dönüm noktasıdır. 1975’de Cindy, Robert, Robert’in arkadaşı Charles Clough ve diğer bağımsız sanatçıların işlerinin de sergilendiği Hallwalls’ı kurarlar.
New York Günleri ve fotoğraf…
Cindy Sherman 1976 yılında okuldan mezun olduktan sonra, Ulusal Sanat Bursu kazanır ve New York’a taşınır. Manhattan’daki çatı katı dairesinde kendi fotoğraflarını çekmeye başlar. 1977’de başlayıp, 1980’de tamamladığı, siyah beyaz B tipi film karelerine benzeyen İsimsiz Film Kareleri (Untitled Film Stills) adını verdiği fotoğraf serisi kariyerinin başlangıcı ve en tanınmış işi olur. Kendisini model olarak kullandığı fotoğrafları, 1950’lerin Amerika’sına göndermeler yapan, Hollywood B sınıfı filmlerini, Yeni Dalga’yı ve Yeni Gerçekçiliği taklit eden, hiç bir zaman çekilmemiş filmlerin karelerinden oluşur.
Her bir fotoğrafta bukalemun gibi bambaşka bir karaktere bürünür. Kendi bedenini erkek bakışlarıyla yeniden kurgular. Erkeklerin kadınları soktukları kalıpları, klişe kadın rollerini, toplumsal kimlik kavramını sorgular. Hatta bu işi ile feminist sanat eleştirmenleri arasında bir kriz doğurur.
Fotoğraflarını asla isimlendirmez, numaralandırır. Çünkü izleyiciyi hiçbir kalıba hapsetmek istemez.
1995 yılında İsimsiz Film Kareleri’nin, MOMA (New York Modern Sanatlar Müzesi) tarafından bir milyon doların üzerinde bir fiyatla satın alınmasıyla, Cindy Sherman sanat dünyasında unutulmayacak bir yere sahip olur.
Cindy Sherman fotoğraflarında her zaman model olarak kendisini kullanır. İstediği ifadeyi bulana kadar, bir kare için aylarca çalıştığını söyler. 1988 – 1990 yıllarındaki bir diğer ses getiren “History Portraits” çalışmasında Rönesans’tan Barok’a kadar olan dönemden seçtiği tabloları canlandırır.
1992 yılında Sex Picture Series & Mannequins çalışmasında vitrin mankenlerini, tıbbi protezleri, plastik vücut parçalarını, cinsel yardım araçlarını kullanır. Bizzat rol almadığı ilk çalışmasıdır.
1984 yılında evlendiği Fransız fotoğrafçı ve film yapımcısı Michel Auder ile 1999 yılında ayrılırlar.
Sherman ve sinema…
1997 yılı sonunda ilk yönetmenlik denemesi olan Office Killer filmini çeker. 1998 yılında yönetmenliğini John Waters’in yaptığı Pecker isimli komedi filminde, bu kez kamera önünde yer alır.
Officer Killer filminin fragmanı:
1999 yılında fotoğrafın Nobel’i olarak kabul edilen Hasselblad ödülünü alır.
2000 yılında, Gagosian in Beverly Hills Galerisi’nde abartılı makyajları ve aksesuarları ile günümüz kadınlarını canlandırdığı “Metro İnsanları” sergisini gerçekleştirir.
Cindy Sherman’ın işleri Almanya, Japonya, Fransa gibi ülkelerde de sergilenir.
2006’da moda tasarımcısı Marc Jacobs için bir dizi reklam projesi yapar.
Mayıs 2011’de Untitled (İsimsiz) #96 (1981 tarihli) fotoğrafı New York’ta Christie’s müzayede salonundaki açık artırmada 3,89 milyon dolara satılarak rekor kırar.
Cindy Sherman’ın yeni nesil postmodernist sanatçılardan olduğu kabul edilmiş bir gerçektir.
Roland Barthes 1967’de yayınlanan Yazarın Ölümü makalesinde, “postmodernizm otonom özne fikrinin ve otonom sanat eserinin ölüm fermanını imzalamıştı.” der. Eski yapıtlara göndermeler yapıp, onları kendisine göre biçimlendiren sanatçı, modern sanatta hâkim olan özgünlük, öznellik, eser sahipliği kavramlarını yok etmiştir. Modernist üretim ilkesi önemsizleşip, yerini postmodernist yeniden üretim yaklaşımına bıraktığında otonom ve biricik sanat nesnesi düşüncesi yok olmuş, onların yerine görsel kitle ileitşim araçlarından alınarak yeniden yorumlanan görüntüler geçmiştir.
Diğer fotoğraf ustalarının hayat hikayelerini buradan okuyabilirsiniz…